Zaman geçtiği hâlde benliğimizde özdeş kalan, bizi aynı kişi yapan şey nedir? Bu soruyu felsefe tarihinde ilk kim dile getirdi, nasıl cevapları var? "Theseus'un Gemisi" bilmecesi niçin bu konuyla bağlantılı? Prens ile ayakkabı tamircisinin hafızaları yer değiştirirse ne olur? Benlik için hafızanın önemi nedir?
Orijinal başlığıyla "Personal Identity" olarak bilinen bu soru ilk kez 17. yüzyılda İngiliz felsefeci ve tıp doktoru John Locke tarafından, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Denemebaşlıklı eserinde formüle ediliyor. Locke, bu soruya o zamana kadar verilmiş cevaplardan farklı bir biçimde yaklaşıyor. Personal Identity kavramı doğrudan “Benlik nedir?” sorusunu sormuyor. Yani self kavramı üzerine bir analiz değil. Daha ziyade, “Zaman geçtiği hâlde bizi kişi olarak aynı kılan şey nedir?” diye soruyor. Bu soru, bu açıklıkta olmasa da, felsefe tarihi boyunca başka biçimlerde de karşılaştığımız bir soru. Peki ama niye? Örneğin Locke'dan bir kuşak büyük bir felsefeci olan Descartes (veya başka felsefeciler) bu soruyu bugün de tartıştığımız şekliyle ifade etmemiş. Nesnelerin zamanın akışına karşın aynı veya özdeş kalması metafizik tarihinde sıkça tartışılmış olsa da kişisel özdeşlik sorusunun Locke öncesinde formüle edilmemesi, ana akım felsefede bu sorunun çok bariz kabul edilen bir cevabı olduğu ön kabulünden kaynaklanıyor olabilir.
Örneğin Descartes'ın ikici [dualist] metafizik anlayışına göre insan, maddi bir beden ve maddi olmayan, ölümsüz bir ruhun birleşmesinden oluşur. Descartes'a göre bütün zihinsel/kişisel niteliklerimiz ruhumuza aittir. Zaman geçerken sabit kalan da bu ruhtur. Locke, Descartes'ın aksine zamanın tıp bulgularını ve insanın gelişim sürecini de göz önüne alarak, kişisel özdeşlik sorusuna sonsuza kadar sabit kalan ölümsüz bir ruh ön kabulü olmadan farklı bir cevap arıyor.
“Zaman geçerken aynı/özdeş kalan nedir?” sorusuna, canlı olmayan nesneler üzerinden cevap vermek daha kolay görünebilir. Öyle de gerçekten. Ama buna rağmen o sorunun bile düz ve basit bir cevabı yok. Canlı olmayan nesneler kendiliklerinden değişmiyorlar. Zaman geçse de büyük ölçüde aynı kalıyorlar. Oysa canlıları oluşturan hücreler sürekli olarak yenileniyor. Biyolojik olarak doğduğumuz andaki maddi bedenimizi oluşturan hücrelerimiz, ölene dek çoktan yenilenmiş olacak. Yani maddi aynılık ve uzay-zaman sürekliliği, canlı olmayan nesnelerin zamanın geçişine karşın aynı kalmasını açıklasa da, bu açıklama insanlar için yeterli değil. Cansız nesneler için bile konu yüzeyde göründüğünden daha karmaşık.
Antik Yunan felsefecisi Plutarch'ın naklettiği "Theseus'un Gemisi" diye bilinen metafizik bilmece, canlı olmayan nesnelerin özdeşliğini sorgular. Bu bilmeceyi, Locke'un 17. yüzyılda formüle ettiği kişisel özdeşlik sorusunun öncüllerinden olarak düşünebiliriz. Mitolojik Yunan kralı Theseus'un gemisi zaman içinde, parça parça yenileniyor olsun. Öyle ki, en sonunda gemi aynı gemi gibi gözükse ve yolcu taşıma işlevini sürdürse de, orjinal gemiyle arasında hiçbir maddi ortak nokta kalmasın. Theseus'un gemisi hâlâ aynı gemi midir?
Bu soruya ne cevap verdiğiniz, özdeşlik kavramını maddesel yapı üzerinden mi, yoksa işlev üzerinden mi kavramsallaştırdığınıza bağlı olarak değişebilir. Benzer şekilde, ama tersinden bakarak, maddi aynılığın illa nesne özdeşliğini zorunlu kılıp kılmadığını da sorgulayabiliriz. Diyelim ki Mona Lisa tablosunun aynısını yaptım. Bu, maddi olarak ayırt edilemeyecek bir tablo bile olsa özgün Mona Lisa'nın yerine geçemez. Çünkü bir tablonun ne olduğu "lokal" maddi özelliklerinin yanı sıra kim tarafından ne zaman yapıldığıyla da ilgilidir.
Burada, maddesel niteliklere karşı gelecek maddi olmayan niteliklerden bahsetmiyorum. Yalnızca bazı nesnelerin özdeşliğinden söz ederken, tarihsel özelliklerini de göz önüne almamız gerekebileceğinin altını çizmeye çalışıyorum. Şimdi Locke'un sorusuna geri dönelim: Peki insanlar söz konusu olduğunda özdeşlik için hangi kıstasları kullanmalıyız?
Yani 5 yaşındaki bir çocukla 55 yaşındaki bir yetişkin insanın aynı kişi olmasını (bedensel özellikleri aynı kalmayacağına göre) ne sağlar? Locke'a göre, zaman geçerken bizi aynı kişi kılan şey hafızadır. 5 yaşındaki bir çocukla 55 yaşındaki bir yetişkin başkalaşmış bedenlere ve zihinsel yetilere sahip olabilir. Ama aynı hayatı yaşamış olmanın birinci tekil şahıs hafızası, kişinin farklı dönemlerini birbirine bağlar. Yani, Locke'a göre hafıza, hayatımızın farklı dönemlerini tek bir kişiliğin birbirine bağlı bölümleri hâline getiren en önemli unsurdur. Bir tür benlik tutkalıdır.
Bizi zamanın geçişine ve bedenimizin bütün değişimlerine karşın aynı kişi kılan şeyin ölümsüz ve değişmeyen bir ruh değil de, bedenselliğimizle şekillenen hafızamız olduğu iddiasının 17. yüzyıl için çok radikal ve devrimci bir iddia olduğunu not etmek isterim.
Genel olarak Locke'un varlık ve bilgiye dair dünyaya bakışını yansıtan bu iddia (ve benzerleri), İngiltere'den yayılarak (örneğin Diderot gibi) diğer Avrupa ülkelerinin düşünürlerini derinden etkilemiş, 18. yüzyıldaki Fransız Devrimi’nin ve aydınlanma hareketinin de öncüsü olmuştur. Fakat bir insanı belirli bir kişi hâline getiren ve özdeşlik sağlayan unsur olarak hafıza yeterli bir koşul teşkil eder mi? Locke'a göre evet. Bense burada bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bizzat Locke'un kullandığı bir düşünce deneyi üzerinden açıklamaya çalışayım.
Bir ayakkabı tamircisi ile bir prensin hafızalarının yer değiştirdiğini varsayalım. Bu durumda kimi prens, kimi ayakkabıcı olarak kabul etmelisiniz? Daha pratik bir soru sorayım: Ayakkabınızı tamir ettirmeniz gerekse kime gidersiniz? Ayakkabıcının bedenindeki kişi eğer prensin hafızasına sahipse, büyük ihtimalle ayakkabı tamiri hakkında hiçbir şey bilmiyordur. Ayakkabınızı ona götürmemelisiniz. Prens görünümünde de olsa tamirden anlayan kişi tamircinin hafızasına sahip olan kişi olacaktır. Düşünce deneyinin buraya kadarki kısmı, Locke'un tezini destekliyor. Ama hafızanın eksik kaldığı noktaların da olması kaçınılmaz. Bazen kişiliğimizi belirleyen şey yalnız ne hatırladığımız veya bildiğimiz değil, bedensel olarak neyi yapma yetisine sahip olduğumuzla da ilgilidir.
Örneği biraz değiştireyim: Diyelim benim hafızam ile ünlü futbolcu Messi'nin hafızası yer değiştirse… O zaman ben 2022 Dünya Kupası’nda nasıl gol attığımı hatırlayan birine dönüşürüm. Ama bu beni Messi gibi yetenekli bir futbolcu hâline getirir mi? Messi'nin hafızasına bütünüyle sahip olsam da, sahaya çıkıp Messi gibi futbol oynayamam. Çünkü bunun için hafızanın yanı sıra Messi'nin bedenine, fiziksel gücüne ve kas yapısına da sahip olmam gerekir. Yani bir insanı belirli bir kişi yapan unsurların içine, en azından bazen, hafızanın yanı sıra o kişiye özgü bedensel nitelikleri de katmak gerekebilir. Bu iddianın doğruluğu, özellikle kişiliği fiziksel yetenekleriyle de şekillenen sporcular, müzisyenler üzerinden düşünülebilir.
Peki hafızanın zayıfladığı veya kaybolduğu gerçek hayat vakaları hakkında nasıl düşünmeliyiz? İşte tam burada felsefenin nörobilimle verimli bir işbirliği yapabileceği noktaya gelmiş bulunuyoruz. Fiziksel ama cansız bir nesne yüzyıllar boyu aynılığını koruyabilir. Ama bir insanın, dışarıdan aynı kişi gibi gözükse de, hafıza kaybı içeren durumlarda benliğinde delikler açıldığını, kayıplar yaşadığını nörolojinin yakından çalıştığı demans vakalarından biliyoruz. Hayat boyu çok yakınınızda olmuş birisi Alzheimer kaynaklı demansın ileri bir aşamasında sizi tanımaz ve kim olduğunuzu hatırlamaz hâle gelmişse, o kişinin "kişisel özdeşliğini" koruduğunu ve hâlâ aynı kişi olduğunu söylemek çok zor hâle gelebilir.